Ana içeriğe atla

Yabancı bir seyahatnameyle Türklere kısa bir bakış - Tournefort Seyahatnamesi

Joseph De Tournefort, Fransız bir doğa bilimci. 1656 yılında doğmuş olan Tournefort, 1699'da Karlofça Antlaşması'ndan sonra Fransız hükümeti tarafından doğu seyahatine botanik araştırmalar için gönderilmiş. Yolculuğunda Tiflis ve Erivan'a kadar ulaşmıştır. Bu yolculukta ona eşlik eden bir hekim ve Claude Aubriet adında bir ressam var. Ressam, doğabilimci Tournefort'un gözlemlerini kayıt altına alabilmek için onunla yolculuğa çıkmış. Doğudaki seyahatinde yazmış olduğu bu kitapta benim odak noktam ise Tournefort'un bugünkü Anadolu ve Ege hakkındaki görüşleri. Kitapta her ne kadar anadolu coğrafyası için ifadeleri yüzeysel kalsa da kendi görüşlerini de yansıtan bir çok yorum barındırmakta. Bundan dolayı Türkler, Rumlar, Yunanlar hakkındaki genellemeleri, fikirleri bir hayli ilginç olabiliyor yer yer. Bu ilginç yorumların sebebi ve ilk örneği de daha birinci mektupta karşımıza çıkıyor;

 "Bu mektuplara, ele alınacak konuları tatlandıracak bazı genel bilgiler katmama izin verdiniz. Sanırım böylelikle mektupların sıkıcılığı azalacaktır. İnsan sadece bugün orada gördükleriyle sınırlı kalırsa, Türklerin yaşadığı bir ülkeyle ilgili anlatacak ne bulabilir ki? Neredeyse tüm yaşamları aylaklık içinde geçer: Pilav yemek, su, tütün, kahve içmek, işte Müslü­manların yaşamı. İçlerinde en hünerli olanlar -ki sayıları fazla değildir-Kuran okumakla, bu kitabın tefsirlerini karıştırmakla, imparatorluk salnamelerinin sayfalarını karıştırmalda uğraşır: Ama bunların hiçbiri bizi fazla ilgilendirmiyor. Bu memlekette, Eskiçağ'ı araştırma, doğa tarihini inceleme ve ticaret dışında yabancıları çekebilecek bir şey yok. Bu nedenle, Levant'a ilişkin seyahatnameler, Osmanlı egemenliğindeki eyaletlerin bugünkü halini betimlemekle yetinseler, çok yavan yapıtlar olurlardı. "
Joseph De Tournefort - Tournefort Seyahatnamesi, sayfa 57, Kitap Yayınevi 2013 

Görüldüğü üzere mektupları gönderdiği Kont De Pontchartrain'ın izniyle genel bilgiler kattığından bahsetmekte ve bunun üzerine Türkler hakkında küçümseyici -ve komik- bir genellemede bulunuyor: "Türklerin yaşadığı bir ülkeyle ilgili anlatacak ne bulabilir ki? Neredeyse tüm yaşamları aylaklık içinde geçer: Pilav yemek, su, tütün, kahve içmek, işte Müslü­manların yaşamı." aslında bu seyahatnameyi gerçekten eğlenceli kılan da bu tarz bazı yorumları diyebiliriz. Bu yorumlar sadece Türklerle de sınırlı kalmayıp Yahudi, Yunan ve Rumlar hakkında da farklı fikirlerini ortaya koyuyor. Bu fikirler üzerine olumlu ya da olumsuz yorum yapmayı size bırakıyorum. Girit hakkında kaç müslüman kaç yahudi ve kaç rum yaşadığından bahsederken yine Türklerin şehri nasıl yönettiğine dair farklı bir yorumda bulunur Tournefort;

 "Türkler limanların ve kent surlannın bakımını tamamen ihmal ederler. Çeşmelere biraz daha özen gösterirler, çünkü çok fazla su içerler ve dinleri sık sık bedenlerinin her yanını yıkamalarını emreder."
 Joseph De Tournefort - Tournefort Seyahatnamesi, sayfa 59, Kitap Yayınevi 2013

Seyahatnamede bir çok küçümseme ve alaycı tavır şeklinde algılanabilen yorumlar bulunsa da bu yorumlara rağmen Tournefort'un yazısından anladığımız bir gerçek var o dönem için: Ege'ye nazaran Türk şehirleri ve kentlerinde temizlik daha yaygın. Ancak Roma'dan beri kalan su yollarının yeterince bakımının yapılmadığı da aşikar. Girit Adası'nda başladığı seyahatinde Hanya şehrinde bir süre geçirir ve buradaki anılarından söz eder.

 "Hanya'ya dönerken mezarlıklardan yükselen korkunç koku bizi çok rahatsız etti. Türklerin ölülerini ana yolların kenarına gömdüğünü herkes bilir; yeterince derin çukurlar kazsalar, bu çok güzel bir alışkanlık olurdu; ama Kandiye sıcak bir memleket olduğu için, rüzgar karşıdan esince insan çok kötü kokular duyuyor: Türkler mezar çukurunun iki ucuna birer taş, kimi zaman da tepesi sarıkla süslenmiş mermer bir ayak dikiyorlar; belli bir saygınlıktaki kişilerin gömüldükleri yerler böylece ayırt ediliyor. "
Joseph De Tournefort - Tournefort Seyahatnamesi, sayfa 63, Kitap Yayınevi 2013 

Tabii seyahatname sadece bunlardan ibaret değil, tanıştığı insanlar hakkında verdiği bilgilerle o dönem hakkında bize bazı fikirler verebiliyor. Mesela yine Girit'te evinde kaldığı Fransa konsolos yardımcısı Dr. Patelaro'nun hikayesini de okuyuculara aktarmaktadır;

 "Resmo'nun Benefşe şarabı, ada Venediklilerin elindeyken beğenilirdi; Belon,32 deniz kıyı­sı boyunca bu şarabın koca kazanlarda kaynatıldığını kesin bir dille anlatıyor; şimdi bu şaraptan o kadar az yapılıyor ki, nefıs yemeklerle ağırlandığımız Fransa konsolos yardımcısı Dr. Patelaro'nun evinde kalmamıza karşın, bu şarabın tadına bakamadık Dr. Patelaro çok zeki ve nüktedan, yakışıklı bir ihtiyar; sohbetlerde her zaman aslan payını alan o Yunan tatlı dilliliğine sahip.Türkler Hanya'yı ele geçirdiklerinde çok genç­miş; annesi İstanbul'a götürülüp güzel bir cariye olarak Sultan İbrahim'e sunulmuş, o da bu cariyeyi sadrazama armağan etmiş; sadrazarnın da annesinden bir oğlu olmuş ve bu çocuk büyü­müş, paşa rütbesiyle katıldığı son Viyana kuşatmasında öldürülmüş. Konsolos yardımcısı Rum Ortodoks Kilisesinden. Yöre adetlerine göre yetiştirilmiş; ama kendi yaşındaki çocuklardan daha zeki olduğu için, ailesi onu hukuk okuyup yükselsin diye Padova'ya göndermiş. Kandiye'ye geri döndükten sonra çok zengin olan annesini görmek umuduyla İstanbul'a gitmiş ve kulağıyla gamzesi arasındaki bir et beni sayesinde annesine kendini tanıtmayı başarmış. Üzeri kara bir lekeyle kaplı ve biçimi bir hilali andıran bu beni bize de gösterdi. Annesi bu izi hatırlamış ve onun da Müslüman olması gerektiğini haber veren bir işaret olarak yorumlayıp, oğlunu ikna etmeye çalışmış. Çok ısrar etmiş­ler, hatta Eflak'ta hatırı sayılır genişlikte toprak vermişler, ama doktor ikna olmamış. Kısa bir süre sonra toprakları geri vermiş ve atlarının dininde ölmek istediğini söylemiş; şimdi Fransa'nın koruması altında, oldukça sakin ve iyi bir hayat sürüyor."
 Joseph De Tournefort - Tournefort Seyahatnamesi, sayfa 67-68, Kitap Yayınevi 2013

Metnin bu kısmında ise paşaların cimriliğinden ve bürokrasinin paşalar için nasıl ilerlediği hakkında çok güzel bir özet geçmiştir;

 "Türklere ya hiç armağan vermemek ya da vermeye devam etmek gerekir: Müslümanlar, ilk armağana, geleceğe yönelik bir sözleşme diye bakarlar; en bü­yük beyler bile açık açık armağan ister ve kendileri hiç cömertlik sergilemezler."
Joseph De Tournefort - Tournefort Seyahatnamesi, sayfa 71, Kitap Yayınevi 2013 

Girit'teki Gortyne harabelerine de uğramış ve burada gördükleri hakkında bazı bilgileri aktarmış;

 "Dış görünüşünden anlaşıldığı kadarıyla herhalde burası kentin en seçkin semtlerinden biriydi; orada on sekizer ayak boyunda iki granit sütun bulduk; bir tapınağın alınlık sütunlarını desteklemek için olsa gerek, aynı hizada çifter çifter diziimiş birçok kaideyi görmek mümkün; her yan sütun başları ve baştabanlarla dolu. Bu harabelerdeki sütunlar arasında, üzerlerine sarmal yivler açılmış, silindir biçimli, çok güzel örnekler var; en kalınları­nın çapı iki ayak dört parmağı geçmiyor; gerçi Türkler en güzellerini alıp götürmüş; hatta bu yıkıntılardan iki tüfek atımı uzakta bir köy var ki, bahçelerinin kapıları iki Antikçağ sütunun arasına yerleştirilmiş tahta perdelerden oluşuyor."
Joseph De Tournefort - Tournefort Seyahatnamesi, sayfa 71, Kitap Yayınevi 2013

Buradaki durum aslında çok da şaşılacak bir durum değil, günümüzde de yer yer görülebilen bir olay. Köylüler evlerinin bir kısmında bilerek ya da bilmeyerek bu antik kalıntıları kullanıyorlar. Bunun dışında da Osmanlı'nın neredeyse tüm erken dönem camileri kimi harabelerden alınan sütun ve parçalarla yapıldığı gözlemlenebilir.

Bursa'da Mevlevi dergahında dinlediği vaaz ve semayı anlattığı satırlar bizlere o gün Türklerin İsa Peygambere bakışı hakkında bir hayli bilgi veriyor;

"Dört ya da beş kez yeniden dans ederler ve son danslar daha uzun olduğundan dervişler soluk soluğa kalırlar; uzun süredir alışık olduklarından, hiç şaşırmadan bu ibadeti bitirirler. Türklerin bu din adamlarına büyük saygıları varsa da çok sayıda dergah açınalarına izin verilmez, çünkü Türkler hiç çocuk yapmayan kimselere güvenmezler. Sultan Murad devlet için yararsız olan, ama halkın çok saygı gösterdiği dervişleri ortadan kaldırmak istedi; ne var ki, onları Konya'daki dergahlarına geri göndermekle yetindi. Mevlevilerin Pera'da ve İstanbul Boğazının Trakya yakasında da bir başka dergahları vardır. Bitinya bölgesindeki Bursa'da bulunan dergahlarında vaazlarını dinledik ve caminin parmaklıkları arasından danslarını zevkle seyrettik. Kervanımızdaki İtalyanca konuşan Ermeni tüccarlar vaazın bir bölümünü bize açıkladılar. Temel konu İsa'ydı; vaiz Musevilere verip veriş­tiriyordu; ne var ki, bu işi soğukkanlılıkla yapıyor, asla öfkeye kapılınıyordu ve Hıristiyanların böylesine büyük bir peygamberin Museviler tarafından öldürülmüş olmasına inanmalarını çok kötü buluyordu; hatta İsa'nın göğe yükseldiğini ve Musevilerin onun yerine başkasını çarmıha gerdiklerini belirtiyordu."
 Joseph De Tournefort - Tournefort Seyahatnamesi, sayfa 87, Kitap Yayınevi 2013

Bu görüş bilindiği üzere Türkiye'de Müslümanlar arasında hala yaygın bir biçimde inanılıyor. Yani bu kişilere göre İsa'nın çarmıha gerilmediğini ve Musevilerin başka birini çarmıha gerdiğini bir çok kişiden günümüzde de duydum. Vaizin İsa'dan bahsederkenki saygısı Tournefort'un hoşuna gitmiş olacak ki bu on dördüncü mektubunu şu sözleriyle bitiriyor;

 "Türklerin İsa'ya duydukları saygıdan söz ettiğim bu güzel yerde mektubuma son  veriyorum. Kimi gezginlerin söylediğinin tersine, İsa'ya küfürler savurduklarıyalandır. Her ne kadar Türkler İsa'nın tanrısallığına inanmamak yanlışına düşüyorlarsa da, onu Allah'ın büyük bir dostu ve özellikle de Allah nezdinde büyük bir şefaatçi olarak tanıyorlar. İsa'nın Allah tarafından şefaat dolu bir dini yaymak için gönderildiğini kabul ediyorlar. Bizi imansız saymalarının nedeni İsa'ya inanmamız değil, Hz. Muhammed'in İsa'dan sonra gelerek kokuşmuş dünyaya başka bir din getirdiğine inanmamamızdır. En derin saygılarımla."
Joseph De Tournefort - Tournefort Seyahatnamesi, sayfa 87-88, Kitap Yayınevi 2013 

Kitap hakkında başka alıntı yapıp heyecanını yok etme niyetim olmadığı için eğer ilgileniyorsanız kitabı satın almanızı öneriyorum, bu gibi incelemeler dışında coğrafı karşılaştırma ya da dün ve bugününü görmek adına da kullanılabilir kısımları olduğunu söyleyebilirim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tilki Vezir (Iznogoud)

 Fransız yapımı Tilki Vezir adlı çizgi roman Rene Goscinny ve Jean Tabary tarafından hazırlanmış sonrasında çizgi filmi ve filmi çekilmiş bir eser. Orjinal adı Iznogoud(isnogud) olan çizgi romanın Tilki Vezir ismini Yalvaç Ural vermiş ve Türkiye'de genelde bu isimle tanınmıştır. Bundan öncesinde "Aşağılık baş vezir saksağan paşa" ismi ile birkaç dergide yayınlanmış ancak çevirisi kime ait bilinmiyor (ya da ben bulamadım)  Herkesin aklında yer eden "Je veux être calife à la place du calife" "Halife üstüne halife olacağım!" şeklinde bağırması olmuştur. Sinirlendiği zaman bize Joe Dalton'u da anımsatır.  Çizgi roman Türkiye'de ilk olarak 1980'lerde Hürriyet Çocuk'ta çıkmış, ancak tam hikayeleri 2001-2002 yılında ardı sıra Miço dergisinde yayınlanmıştır. Çizgi Filmi de 1990'larda Show TV üzerinde gösterilmiş. Milliyet Çocuk dergisinin belki de en iyi tarafı bazı iyi Fransız ve avrupa yapımı çizgi romanların türkçeye çevirip parça

Afacan Louie

 Türkiye'de Afacan Loiue adında ilk defa Fox Kids (sonrasında Jetix, öncesinde maxi) kanalında yayınlanarak bizim anılarımıza yer edinmişti. Louie 'nin hikayesine yakından baktığımızda ise hem biraz gerçek bir hikaye hem de komedi gösterisine hazırlanmış eğlenceli espriler bulabiliyoruz. Louie Anderson isimli kahramanımız internet üzerinde paylaşımlar bulunmakta ve yine bize hayatıyla ilgili ilginç anılar ve bizim de onun hayatını ne kadar yakından paylaştığımıza dair fotoğraflar paylaşmakta. Son olarak paylaştığı fotoğraftaki kişi ise gerçek Andy Anderson:  Hikayeyi bilmeyenler için aydınlatmak gerekirse Louie sekiz yaşında ABD'nin Wisconsin eyaletinde bizim sadece TV üzerinden edindiğimiz tipik amerikan aile kültüründe huysuz gazi bir baba ve tatlı bir anne ile yaşayan çocuktur. Babasının "Bunu duydum!" lafı ve esprileri çizgi filmin çoğunu oluşturuyor. Babası sinirli, huysuz, aksi birisi olarak hikayeye renk katıyor her zaman. Bir bölümde ailece uçan balon